Şarkikaraağaç Masaj Salonu Hizmetleri Ebru
Şarkikaraağaç Masaj Salonu
Şarkikaraağaç Masaj Salonu “Yaşasın!”
“Müthiş!”
Amuda kalkacak yer yoktu burada. Ralph, coşkuının
yoğunluğunu, Simon’u yumruklayıp yere yıkıyor şeklinde yaparak
açığa vurdu. Üç çocuk, üst üste yığılıp alacakaranlıkta
lukle itişip kakıştılar.
Birbirlerinden ayrılınca ilk mevzuşan Ralph oldu:
“Haydi, düşün yola.”
Bundan sonra vardıkları dik kayanın pembe graniti,
sürüngen bitkilerden ve ağaçlardan birazcık uzak kaldığı için
yukarı doğru koşabildiler ufak adımlarla. Burada, orman
ağaçları öyle seyrekleşti ki, uzaklara yayılan denizi görmüş olduler
bir ara. Ağaçların gölgesinden çıkınca, güneş, ormanın
karanlık rutubetli sıcağında tere batan giysilerini kuruttu.
Artık karanlıklara dalmaktan kurtulmuşlardı. Dağın tepesine
varmak için, pembe kayalara tırmanmaları gerekiyordu
sadece. Çocuklar, daracık geçitlerde, sivri kayaların dibindeki
küçük taşların üstünde ilerleyip yollarına devam ettiler.
“Bakın! Bakın!”
Şarkikaraağaç Masaj Salonu
Adanın bu ucunda, paramparça kayaların üst üste yığılan
bacaları semane doğru yükseliyordu. Jack’ın yaslandığı
kayayı ittikleri süre, gıcırdayarak kımıldadı kaya.
“Haydi, gelin…”
Ne var ki,
“Haydi, tepeye gelin” demek istemiyordu. Üç
çocuk, ancak bu kayayla başa çıktıktan sonrasında tepeye karşı
saldırıya geçeceklerdi. Ufak bir otomobil boyundaydı kaya.
“İtin!”
İleri geri sallanın, ihtiyaç duyulan uyumu bulun…
“İtin!”
Daha hızlı sallansın sarkaç, daha hızlı, daha hızlı… Kayanın
dengede durduğu noktaya yüklenin… Daha çok dayanın, daha
çok…
“İtin!”
kocaman kaya, tembel tembel sallandı, ayak parmağının
ucunda bir saniye durdu, eski yerine dönmemeye karar verdi,
düştü, bir yere çarptı, tersyüz oldu, kalınca bir vızıltıyı çağrıştıran
bir sesle aşağı atladı ve ormanın tavanında derin bir çukur
kazdı. Yankılar ve kuşlar uçuştu, ak ve pembe bir toz
terfi etti. Uzaklarda orman, ağaçların arasından kudurmuş bir
canavar geçmişçesine titredi. Sonrasında, gene sessizlik sardı
adayı.
“Yaşasın!”
“Tıpkı bir bomba!”
“Hurrraaa!”
Beş dakika süresince, bu görkemli başarıyı elde ettikleri
yerden ayrılamadılar. Fakat sonucunda yürümeye başladılar
gene.
Dağın tepesine tırmanmak kolaylaşmıştı artık. Oraya
varacakları sırada, Ralph durdu:
“Vay canına!”
Dağın yamacında oyulmuş, çember ya da yarım çember
biçiminde bir yere gelmişlerdi. Bir çeşit kaya bitkileriyle,
mavi çiçeklerle dolup taşıyordu burası. Mavi çiçekler,
kayalardan sarkıyor, aşağıda ormanın üstüne dökülüyordu
bereketle. Yükselen, uçuşan, konan kelebeklerle doluydu
hava.
Dağın dört köşe doruğu, bu çemberin ötesindeydi. Çok
geçmeden vardılar oraya.
Buranın bir ada olduğunu önceden sezmişlerdi. Sağlarında
sollarında deniz, tepelerinde billur gibi yükselen gökyüzü,
pembe kayalara tırmanırken, suların her bir yanlarını sardığını
içgüdüleriyle sezmişlerdi. Ne var ki, ancak doruğa çıktıktan
Son yorumlar